İyi edebiyat dergileri bize şaşırtıcı, zamanın değerini hissettiren bir şeyler sunan dergilerdir. Bu bir şeylerin içinde, bildiğimiz bir yazara ilişkin bilmediğimiz olgular, değerlendirmeler vardır, yeni yazarlar, öyküler, şiirler, haberler, anmalar, duyurular vardır. Ne vakit iyi bir edebiyat dergisini kaçırsak, bizde yeni bir eksiklik doğar.
yeniyazı dergisinin ilk sayısı 2009'un temmuz-ağustos aylarında çıkmıştı. Ben yalnızca ilk sayısını edinip orada kalmışım, biraz da talihsiz bir şeyler yüzünden. Geçenlerde bir arkadaşım bu dergiden söz edince tüm sayılarını (şu ana kadar yedi sayı) edindim ve kaçırdıklarım arasında bir yığın "çerçeve"nin de olduğunu gördüm.
"Çerçeve", dergilerde genellikle "dosya" adı verilen çalışma türünün yeniyazı dergisindeki adı: Belirli bir yazarı, yapıtı ya da izleği enine boyuna ele almaya çalışan bölümler kastediliyor. yeniyazı'nın bugüne kadar çıkan yedi sayısındaki "çerçeve"lerde sırasıyla şu yazarlar konu edinilmiş: Seyhan Erözçelik, Nurdan Gürbilek, Ayfer Tunç, Fatih Özgüven, Ülkü Tamer, Orhan Koçak ve Mıgırdiç Margosyan.
Bu çerçevelerden Nurdan Gürbilek ve Orhan Koçak başlıklı olanları özellikle nadirattan sayılmalı: İki eleştirmen, birbirleriyle ilgili "çerçeve"ler için de birer yazı yazmışlar.
Gürbilek ile Koçak'ı okurken, ikisinin yalnızca düşünsel düzeyleri açısından değil, dergidaşlıkları (Ekim-Kasım 1987 - Kış 2002 arasında yayımlanmış olan ünlü Defter dergisi) ve giderek yazı geçmişleri ile üslupları açısından da birbirlerine ne kadar yakın olduklarını daha güçlü bir biçimde hissettim. Öyle görünüyor ki bu yakınlık aynı zamanda birbirlerini en esaslı biçimde eleştirebilmelerini sağlamıştır.
Nurdan Gürbilek'le yeniyazı'da ayrıca 4. sayıdaki "Böcek" başlıklı "atölye" bölümünde karşılaşıyoruz: Kafka konulu, yayımlanmamış bir yazısı var orada...
Herhalde şimdi yeniyazı'dan söz etmeye neden 'kaçırmak' kavramı çerçevesinde başlamış olduğum daha iyi anlaşılmıştır. 'Kaçırmamış' olan okurlar da anlayacaklardır sanıyorum beni.
*
yeniyazı daha önce fanzin olarak çıkıyordu. Bazı fanzinler bizim ana karnındaki halimiz gibi oluyor: Sonradan dergi olarak doğuyorlar ve doğduklarında hayata yeni başlamışlar gibi sayılar sıfırlanıp numaralandırma 1'den başlıyor.
Bende fanzinin yalnızca 2. ve 5. sayıları var. Bu iki sayıdan Kasım 2008 tarihli olanında türlerarası, yarı öykü, bir sayfalık bir metin vardı. Yer ile zamanı bir kılan anlatımıyla dikkat çeken bir metindi; "Eşyam yok hepsi geçmişte kaldı" filan diyordu. Yazarı, Cihat Duman.
Cihat Duman'ın adı, şimdi hem yeniyazı dergisinin yayın kurulunda, hem de Yeniyazı Yayınları'ndan çıkan bir şiir kitabının üzerinde: Ya da Pişman Değilim.
Fanzinin editörü Yavuz Türk'ün adı da öyle; hem yeniyazı dergisinin yayın kurulunda, hem de Yeniyazı Yayınları'ndan çıkan bir şiir kitabının üzerinde: Kumaş.
İki şairin arasında başka yakınlıklar da gözlemlenebiliyor. Türk'ün kitabındaki "İronik Haziran" adlı şiir Cihat Duman'a adanmış. Ve ikisi de yeniyazı'da yeterince düzyazı yazmamış. Oysa ilk sayıdaki yazıları daha fazlasını vaat ediyordu.
Ancak, bu sürenin sonunda şiir kitapları çıktı. Kitaplarından belli ki, bir süreçti söz konusu olan. Geçen sürede şiiri ve şiirdışını temel boyutlarıyla sorgulamışlar ve bunu şiir yoluyla ortaya koymuşlardı. Sonuçta ortaya, sorgulayıcılık gibi genel bir özellik taşıyan özgün şiirler çıkmış.
Dolaysız bir sorgulama denemez bu şiirlerdekine. Ancak, iki şairin sorgulamayı gizlemeye çalıştıkları da söylenemez. İşin içinde, şiir kavramını yok etmek kadar, hatta daha çok, mirasa saygı sunmak da var. Yavuz Türk'ün "İronik Haziran" adlı şiiri bu açıdan da anılabilir: Cemal Süreya'nın "Ölüyorum tanrım"ından Hasan Hüseyin'in "Haziranda ölmek zor"una, dolayısıyla Orhan Kemal'e ve Nâzım'a kadar giden selamlar okunuyor orada.
Her iki şair de bu aşamada yazıdan çok şiirle düşünmüşler. Belki henüz bocalama aşamasını geride bırakmamışlar ama, çokboyutlu bir şiir yazdıkları da açık.
Milliyet Kitap
30 Kasım 2010