6 Haziran 2012 Çarşamba

Bugün Şiir Okunmuyorsa İnsanların Başka Bir Şeye İhtiyacı Var Demektir


- Twitter kullanıyor musunuz? Twitter’da kimleri, neleri okuyorsunuz? Neler yazıyorsunuz?

Twitter hesabı almıştım bir zamanlar, fakat ne işe yaradığını tam olarak çözemedim. Dolayısıyla şimdi öylece duruyor. Twitter’ın bu kadar yaygınlaşmasının sebebi sanırım yatay demokrasi denilen olgu veya her insanın her daim kendini biricik ve önemli görmesi durumu. Çünkü ordan her an arzuhalini dile getiriyor ve insanlar da bir şekilde bunu görüyor. Görmeseler dahi, birilerinin kazara da olsa okuma ihtimalinin olduğunu hep biliyor. Andy Warhol bir zamanlar televizyon için, “Bir gün herkes on beş dakikalığına da olsa meşhur olacak” diye meşhur bir laf etmişti. Artık bu sözün bir adım ötesine geçtik gibi geliyor bana: Şimdi internet ve sosyal paylaşım siteleriyle birlikte, yalnızca on beş dakika değil bundan böyle ölene kadar, insanlar meşhur olma/önemsenme/takip edilme hastalığının içinde boğuşup duruyorlar. Önemsiz ve saçma sapan hayatlarına, “bugün çok sıkıldım”, “akşam şurdayım/burdayım” gibi Twitter ve Facebook iletileriyle anlam kazandırmaya çalışıyorlar.

- Kitapların seslendirildiği, kısa filmler çekildiği ve tüm bunların cep telefonu teknolojisinde dinlenebilir, izlenebilir bir altyapıda olması yüzyıllık alışkanlığın devrildiğinin işareti. Bu noktada geçen yıl ilk kez okura sunulan ve bu yıl dergisi de dolaşımda olan e-kitap hakkında ne düşünüyorsunuz?

E-kitap, internet gibi hayatımızın pek çok alanına dahil olmaya aday bir sistem. Ben kendi adıma e-kitaba çok olumlu yaklaşıyorum ve birçok açıdan da faydasını göreceğimizi öngörebiliyorum. Ancak bu kadar devrimci bir değişime yol açabileceğini düşünemiyorum. Bu anlamıyla e-kitabın, en azından bir süre daha, okuma alışkanlıklarımızda bir değişikliğe yol açabileceğini sanmıyorum.

- Gelinen teknoloji ve gelişen sektörün olanakları içinden baktığınızda matbu yayıncılığın ömrünü tamamladığı düşünüyor musunuz?

Yayın sektöründe e-kitapla alakalı haddinden fazla bir beklenti (veya tersinden düşünürsek korku) oluşmaya başladı sanırım. Kimileri işi, matbu kitabın tamamen ortadan kalkacağı, onun yerini e-kitabın dolduracağı fantezisine kadar götürdü. E- kitap bize araştırma yaparken, bir kitabın içinden alıntı yapacakken veya kitabın içinden bir kavramı ararken yardımcı olacaktır. Bunu dışında, herkesin elinde Kindle’larla, iPad’lerle dolaşarak sıtmaya tutulmuş gibi kitap okuyacağını ya da kitap okuma alışkanlığının böyle bir imkân sayesinde yaygınlaşacağını tasavvur edemiyorum maalesef. Sonuçta, bilgisayar dediğimiz alet görselliği ve büyüsüyle bir kitaptan daha fazla eğlence vaat eder ilk bakışta ve bunca eğlence alternatifi iyi bir kitap okuru dışında çok fazla kişiyi de cezbetmez sanırım.

- E-kitabın okuma alışkanlığı üzerinde herhangi bir değişime yol açacağını düşünüyor musunuz? Dünyada e-kitap satışlarının % 90’lara dayandığı noktada ülkemizde e-kitap kendi okurunu yaratır mı?

Sıkı bir okurun, kütüphanesini tümüyle kitaplardan temizleyip, kalan boşluğa çeşitli büyüklüklerde harici hard diskler dizeceğini düşünemiyorum bir türlü. Çünkü bir okur gözünde kitap nesnesinin de bir meta olarak değeri vardır, onunla geçirdiği bir zaman vardır: Onu satın mı aldı, hediye mi edildi, yazarınca imzalandı mı, okurken sayfalarını mı çizdi… Ki bazı okurlarda kitaba karşı bir fetiş geliştiğini de biliyoruz.

E-kitabın, benim öngörüme göre matbu kitabın yerini alamayacak oluşunun en önemli nedenlerinden biri de okuma alışkanlığı. Hepimiz saatlerce bir kitabı kâğıt üzerinden, sayfalardan okuyabiliriz, ancak aynı şeyi bir bilgisayar ekranı ya da bir tablet karşısında yapamayız. Ekrandan kaynaklanan ışık, her zaman gözümüzü rahatsız edecektir. Bilgisayar ekranında kitap okumayı hepimiz denemişizdir; genellikle bir saat bile geçmeden gözlerimiz rahatsız olmaya başlar. E-reader’lar da bu mantıkla tasarlanıyor artık: Gözü yormamak için ekran görüntüsünü kitap sayfasına benzetmeye çalışıyorlar.
Dünyada e-kitap satışlarında sizin söylediğiniz oranda bir değişim varsa eğer, bu sözkonusu e-kitabın matbu kitaptan neredeyse 10-15 kat daha ucuza satılıyor oluşundan kaynaklanıyordur. Bizim gibi klasik telif meselesini bile tümüyle çözememiş ülkelerde bu düzeyde ne kitap satışı yapılabilir ne de bu derece e-kitaba ilgi olabilir. Biz halihazırda korsan kitap meselesini bile yeterince çözememişken ve dahası; müzik, film, yazılım, oyun gibi dijital formattaki ürünlerin son derece özgür bir şekilde sanal ortamdan edinilebildiği ve bu konuda yeterince yasal düzenlemenin yapılamadığı bir ortamda sizin e-kitabı yaygınlaştırmanız bir hayal gibi görünüyor. Çünkü yayınevleri en başta şunu biliyorlar: Çıkardıkları e-kitap her halükârda dolaşıma girecektir ve internetten indirilen verilerin telif sorunu çözülmedi sürece çoğu kişi bu kitabı edinmek için bir ücret ödemeyecek, bunun yerine internette yapacağı küçük bir araştırmayla kitabı edinebilecektir. Bunun önüne geçebilecek yöntemlerden biri, e-kitabın fiyatının epey aşağılara çekilmesi olabilir öncelikle. Dahası, kitaptan ve e-kitaptan alınan KDV oranı hâlâ çok yüksek düzeyde.


- E-kitap, e-dergi ve elektronik ormanın sunduğu blog yazarlarının ardından geleneksel anlamda yazar tanımının değiştiğini dünyanın tanınmış büyük yayınevlerinden birinin ilanla bedeli karşılığı yazarın kitabını e-kitap olarak dolaşıma sunacağını duyurmasıyla da görüyoruz. Görsel algı, okuma, yaşama biçiminin yani dijitalleşmenin metnin görsel ya da işitsel araçlar üzerinden 'okunmasıyla' salt metin olmaktan çıktığı bir yerde bu durumun şiirimize nasıl yansıyacağını düşünüyorsunuz?

Benim tuhafıma giden, görmenin bu kadar teknolojiye hâkim olduğu bir çağda yazının ilginç bir şekilde önem kazanması. Yazı, bugünün görsel teknolojisi içinde düşündüğümüzde geri plana itilmesi gereken bir şeyken, tam tersine haddinden fazla yaşamımızın içinde… Az biraz bilgisayar kullanan herkes, klavyeyle belli bir hızda yazma yeteneğine sahip artık. Ancak buradaki yazı tümüyle işlevsel bir şey. İnsanlar anlık duygularını ve düşüncelerini karşısındakine en hızlı şekilde yine yazıyla aktarabiliyor. Yani metin dediğimiz olgu, kalıcılığını bu anlamda yitirmiş oldu. Yazı, muhatabınca okunduğu anda işlevini tamamlamış ve bir çöpe dönüşmüş oluyor. Ama yazının bu derece kalıcılığı ve uçuculuğu yazının ne kadar büyülü bir şey olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oluyor. En önemlisi, dijital iletişimde yazının bir zaman sonra evrileceği nokta. Sanırım yazı, yavaş yavaş bir piktogram algısına doğru seyrediyor. En basit örneğiyle söylersek, alın işte size gülme piktogramı :)

- Bugün şiir kitabı yayımlayan yayınevi bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdır. Gitgide çok az sayıda basılan, dağıtılan şiir için e-kitap bir imkân olarak değerlendirilebilir mi? E-kitabın esere ulaşım kolaylığının ve şair/yazara telif olarak olumlu bir dönüşümünün olacağını düşünüyor musunuz?

Bugün şiir okunmuyorsa insanların başka bir şeye ihtiyacı var demektir. Kafa kafaya verip, şiiri biz buradan nasıl kurtarabiliriz, diye çırpınmaya gerek yok. Şiiri kutsallaştırmaya da gerek yok. Hepimizin şiir yazmaktan veya okumaktan daha önemli işleri var. E-kitabın mevcut durumu değiştireceğini sanmam. Bir avantajı belki şu olacaktır –ki şimdilerde bizde de yapılmaya başlandı: Sadece bir bilgisayar ve bir yazılım yardımıyla, insanlar şiirlerini rahatça e-kitap haline getirebilirler. Böylece, bir kitabın yapılmasında emeği olan yayıncı, editör, tashihçi, dağıtımcı ve kitapçı gibi unsurlar devreden çıkacak; insanlar şiirlerini kendi blogları ve çeşitli internet ağları aracılığıyla istedikleri yerlere ulaştırabileceklerdir. Tabii bu şekilde yapılan işin baştansavma ve büyük oranda niteliksiz olacağını da belirtmekte fayda var. Çünkü bir kitap editör denetiminde geçmediği, en azından bir tashihçinin gözüyle okunmadığı müddetçe sakat bir kitap olarak kalacaktır. Ama derdimiz “bizim” yazdığımız şiirleri bir şekilde insanlara ulaştırmaksa; zaten yazdığımız dile özenmemize de yazdığımız dilin kurallarını bilmemize de çok gerek yok. Velhasıl, internetten yapılan her türlü yayın, maalesef dilin o demin de bahsettiğim temsil ve işlev noktasındaki dar alanda sıkışıp kalıyor. İnternet dili yalnızca bir araç olarak kullandığı için, orada dolaşımda olan her türlü metin de ister istemez bir özensizlik illüzyonu yaratıyor ilk başta. Galiba ortalığın biraz durulmasını bekleyeceğiz. Çünkü bütün bunlar, bizim için çok çok yeni şeyler.

- İnternet bazı çevrelerce, ilk başlarda underground bir alan olarak tanımlandı ve sahiplenildi. Fotokopi ile başlayan fanzin kültürü ve anarşist atmosferli edebiyatı bugün gelinen teknolojik gelişmeler ve internetin sunduğu özgürlük alanı açısından değerlendirir misiniz?

İnternetin sunduğu özgürlük alanının hepimizin başını döndürdüğü çok belli. Sosyal medyanın bunca gelişmesinin en önemli katkısı ise, evet, demokrasinin daha doğrudan bir hale gelmesidir. Hepimiz, çeşitli siteler ve platformlar aracılığıyla her konuda çok hızlı bir şekilde yorum yapabilme kabiliyetine sahibiz. Bir taraftan da bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilen bunca insanı görünce, saf bilginin ya da asıl edinilmesi gereken bilginin üzerinde hep bir dedikodu ve gevezelikler bulutu olduğunu da rahatlıkla görebiliyoruz. İşin bokunu çıkarmakta epey usta olduğumuzu söyleyebilirim. Velhasıl ortalığın bir miktar durulmasını bekleyeceğiz.


Edebiyatta Üç Nokta
Yaz 2012



Romantik Geometri


2011...

Geçtiğimiz yıl, bir önceki yıla kıyasla şiir açısından sanırım biraz daha verimsiz geçti. En azından benim görebildiğim kadarıyla. 2011’de dişe dokunur bir gelişme de olmadı Türkçe şiirle alakalı. Yıl boyunca daha çok düzyazı metinler okumaya gayret ettiğim halde kimi şairlerin kitaplarını okumaya çaba gösterdim. Ahmet Güntan tarafından yayıma hazırlanan Mustafa Irgat kitabı (Sonu Zor) bence önemliydi. Bunun dışında İzzet Yasar (Başka Akıl Peşinde), Enis Akın (Dağdaki Emirler), Haydar Ergülen (Aşk Şiirleri Antolojisi), Hüseyin Peker (Benden Sana Yamalı), Abdulkadir Budak (Mesafe), Tozan Alkan (Sana Şehir Gelecek), Mehmet Davut Özdal (Mehmet Molla), Tamer Sağır (Kırçıl), Bilal Çiftçi (Horst-Graben), Nilüfer Altunkaya (Sanki Sonsuz), dikkatimi çeken kitaplar oldu.


Nobel Edebiyat Ödülü

Sezai Karakoç
Nobel Edebiyat Ödülü’nün Tranströmer’e verilmesinden çok sanırım bir şaire verilmesi ilgilendiriyor olmalı bizi? Ama hayır, bu ödül eğer dünyada şiiri daha kalıcı ve bizim açımızdan daha verimli hale getirecekse ben Batılı şairlere verilmesinden çok Doğulu yazarlara bu ödülün verilmesinden yanayım. Çünkü Doğu coğrafyasından çıkan bir “yazar” bizim şiir algımız üzerine de muhakkak bir şey söylemiş olacaktır. Nobel’in şairlere daha seyrek verilmesinin bir sebebi de Batı’da yazılan şiirin daha dingin ve bizde olduğundan daha az devingen ve belki de bir miktar ruhsuzluğundan kaynaklanıyor olabilir.

Bizden, Sezai Karakoç’a verilse bu ödül ve Sezai Karakoç da ödülü reddetse muhteşem olurdu. Ödülün verilme gerekçesi de şu olabilirdi mesela: “Uzun süredir kendini suskunluğa mahkûm ederek günümüz Türkçe şiirinin kepazeliklerine bulaşmadığı için”…


Edebiyatın Siyasete Katkısı

Yazar ve şairlerin bugün siyasetten görece daha uzak oluşu bence konjonktürle ve dünyadaki ya da Türkiye’deki politikleşmeyle alakalı bir durum. Bugün hal böyledir, ancak yarın tam tersine dönebilir. Sanırım dönem dönem –yalnızca şairlerin ve yazarların değil– insanların siyaset algısı değişiyor; nasıl ki bir zamanlar, şiirde ya da edebi metinlerde siyasi söylemleri olabildiğince vurgulamak ve onları ön plana çıkarmak olmazsa olmaz bir durumken, son yıllarda metni salt bir metin olarak ortaya koyma eğilimi daha revaçta. Ben, siyasetin ya da siyasi aktivizmin bir edebi metin üzerinden değil de daha çok edebiyatçının yapıp ettikleri ve verdiği demeçleri üzerinden yürümesi taraftarıyım. İlle de politik bir edebi metin yazılacaksa, bunun kör gözüne parmağım biçiminde değil, sezdirilerek yapılması daha şık görünüyor bana. Eğer mesele, edebiyatçıların doğrudan aktif siyasette yer alması/almaması ise, açıkçası edebiyat görgüsünün siyasete veya siyaset diline ahım şahım bir etkisi olacağını düşünmüyorum. En fazla siyasetçinin retoriğine bir miktar katkı yapar, o kadar. Çünkü önce bu görgüyü derleyip toparlamak gerekiyor. Bugünkü durumda, bizim şairlerimiz zaten ortalıkta birer yarı-tanrı gibi dolanıp duruyorlar. Ve edebiyatçılar –bilhassa şuara– arasındaki o sürekli geviş getiren ve saldıran “dil” siyasetçilerin dilinden çok da farklı değil.


Elektronik Mecra

Umberto Eco, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın adlı kitapta aşağı yukarı şöyle bir şey söylüyordu, mealen: “Bazı mükemmel icatlar vardır; onu bir kez bulduktan sonra mükemmel hale getirmeye çalışırsınız, ama bulduğunuz icat zaten mükemmel bir haldedir. Bu yüzden üzerinde en fazla biçimsel birtakım değişiklikler yapabilirsiniz; örneğin makas öyledir, ilk bulunan makasla bugün kullandığımız arasında çok az fark vardır. Bence kitap da böyle mükemmel bir icat… Kitabı daha iyi hale getiremezsiniz; en fazla biçimsel olarak üzerinde oynayabilirsiniz onun.”
Umberto Eco

Benim düşüncelerim de Eco’nun söyledikleriyle paralel. Bunu, kitaba duyduğum o romantik ve nostaljik sevgiden dolayı söylemiyorum. Elektronik ortamın, internet yayınının kitabın veya özelde şiir ortamının pabucunu dama atacağını düşünmüyorum. İkisi de ayrı paradigmalar çünkü ve bu yüzden mecraları, alıcıları, muhatapları farklı. Bugünkü kaotik internet ortamında hepsi iç içe geçmiş gibi görünüyor ve dijital dünyanın büyüsü içinde ister istemez bir illüzyon oluşabiliyor. Fakat kısa bir süre sonra, bu karmaşa yatıştığında taşlar yerli yerine oturacaktır. Kitap da, temas edilen, sayfaları çevrilen, okuna okuna yıpranan ve cildi dağılan bir nesne olarak hayatımızdaki yerini yüzlerce yıldır sürdürdüğü gibi sürdürecektir. Bunu, dijital dünyanın gerçekliğe yaklaşma çabasından da anlayabiliriz: E-book cihazları gün geçtikçe daha çok kitaba benzetilmeye çalışılıyor; ekran ışığı buna göre ayarlanıyor, e-mürekkep denen bir teknoloji kullanılıyor.

Yaşanan teknolojik gelişmenin elbette birçok açıdan faydaları olacaktır; özellikle araştırmacılar, öğrenciler daha kısa sürede daha çok kitabı tarama imkânı bulacaklardır bu cihazlar sayesinde. Ama bütün bunların keyif almak için okumaya ket vuracağını sanmıyorum. İnternet teknolojisinin ve dijital dünyanın gelişmesinin bir diğer faydası da edebiyat heveslisi insanlara veya yazdıklarını bir şekilde insanlarla paylaşma ihtiyacı duyan kişilere sağladığı büyük imkân... Artık insanlar şiirlerini ve yazılarını bir editör tahakkümü olmadan, en basitinden bir blog sitesi kurarak rahatlıkla yayımlayabilme imkânı kazandılar. Ancak insanların ürünlerini matbu bir materyalde görmeleri/okumaları halen büyük cazibe yaratıyor.


İktidar - Sanat

İçişleri Bakanı’nın açıklaması ciddiye alınamayacak kadar komik bir açıklama. Talihsiz bile değil. Biraz da bu tarz adamlara ve açıklamalara alıştık sanırım. Üzerine hiç kafa yormadan gülüp geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, Osman Durmuş gibi muhteremlerin Sağlık Bakanı olduğu bir dönemi de yaşadık biz bu memlekette.

Bizim siyaset algımızda veya siyasetçilerimizin algısında sanat denilen mefhumun muhalif ve özellikle bağımsız olması gerektiğine dair hiçbir fikir yer almıyor. Ama, sanat ürününde karşı olmak ve alternatifler önermek neredeyse kaçınılmazdır ve bunun için arka plandan siyasi bir söyleme girişmeye de gerek yoktur çok fazla. Bu algıyı devlet, bazı tipleri kafasına göre “devlet sanatçısı” unvanı vererek ödüllendirmek suretiyle gösteriyor zaten. Devlet sanatçısı; yani resmi ideolojiyle dirsek teması sürekli olan, iktidarla iyi geçinen, bir yanını devlete yaslamış kişi anlamına gelmiyor mu? Devlet sanatçısı bir yandan da devletin ideolojik aygıtına dönüşmüş kişidir. Devletin sanatçısı mı olur?


Şiir Defteri 2012