17 Aralık 2010 Cuma

Ali Kozan - "Kumaş"

I- Kumaş’ın Künyesi

1982 doğumlu Yavuz Türk’ün ağustos 2010 tarihli, Kumaş isimli ilk kitabı, Yeniyazı Yayınları arasından çıkmış. Kitap editörü olarak Erkan Irmak gözüküyor. Düşülen şerhten 2002-2010 yılları arasında yazıldığını anladığımız 27 şiir , 64 sayfalık kitapta, “Kumaş”, “Kent ve Doğu” isimli iki bölüm halinde okuyucuya sunuluyor. Kapak tasarımı Yeniyazı Yayınları tarafından yapılmış ise de, kapakta kullanılan desen/resim ile ilgili bir bilgilendirme notu konulmamış.
                               
Hemen belirteyim ki elime aldığım bu kitapla ilgili burada yazdıklarım, iyi bir şiir okurunun bir kitaba yaklaşımının ipuçlarını içermektedir. Buradan hareketle, şiir okuru olarak yukarıda bahsi geçen künye içeriğine göz atmanın yanında, kitabın görünümünü ve baskı kalitesini de gözden geçirmeyi severim. Belli bir yazar aramıyorsak, kitabı raftan, diğer kitaplar arasından göz gezdirerek seçer; elimize alıp dokunur, elimize ve gözümüze verdiği ilk hissiyat ile kitabın içeriğine döneriz. Ancak bu ilk hissiyatı nedense önemsenmez.Halbuki bu ilk hissiyatın payı büyüktür, o kitaba veya içinde geçen bir dizeye bağlanmamızda. Ne yazık ki, yayınevlerinin çoğu şiir kitaplarını piyasaya sürerken görünüme ve baskı kalitesine önem vermediklerinden, kalitesiz, baskı hataları dolu şiir kitapları; sırf basılıyor olmalarına şükrediyor olmamızdan dolayı, raflarda kaybolup gidiyorlar.

Kumaş’a gelirsek, kitap siyah zemin ağırlıklı, çok kullanılan, albenisi fazla olmayan, sade bir tasarıma sahip bir kapakla sunulmuş. Kullanılan kâğıt kalitesi piyasa ortalamasını tuttursa da, biraz ince olması dolayısıyla sayfa arkası ön yüze yansıyor. Kullanılan yazı formatı gözü yormuyor, şiirin akıcılığını bozmuyor.Okuyucunun tespit edebileceği bir yazım/dizgi hatasının olmaması da kitap ve Yeniyazı Yayınları için bir artı puan. Zira şairin emeğine saygısızlık olarak gördüğüm dizgi hatalarını bu kitapta görmemek sevindirdi beni. Kısaca Yeniyazı Yayınları, kullanılan malzeme kalitesi açısından ortalama, baskıya gösterilen özen yönünden ortalamanın üstünde bir iş çıkarmış.Yayınevlerinin şiir kitabı basmaktaki isteksizlikleri düşünüldüğünde, Türkiye koşullarında, şiirin çok daha iyi tasarlanmış kapaklar, kaliteli kâğıt ve özenli baskı ile sunulması şimdilik bir hayal olarak görünüyor. Öne sürülen maliyet ve şiir kitaplarının satmadığı gibi mazeretler ise, iyi şiiri, iyi basılmış kitapta okumak isteyen şiir okurunu ilgilendirmiyor. Şiir kitaplarının basıldığına şükrediyor olmak ne acı!

II- Kumaş’ın Örgüsü

Yavuz Türk’ün, Kumaş’ı bir ilk kitapta görmeye çok da alışık olmadığımız şekilde, özenle ördüğü, kitabın isminden, bölümlenmesinden ve şiir isimlerinden rahatlıkla anlaşılıyor. Bu çıkarımdan hareketle, Türk’ün işçiliği sevdiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Şair Kumaş’ın oluşumunda kısa dizelerden oluşan, görece olarak, kısa şiirleri tercih etmiş. Ayrıca biçem olarak da, şairin çok fazla arayışlara girmeden sade, klasik bir yapıyı kolladığını, lirik ve destansı karışımdan oluşan söyleyişi tercih ettiğini görüyoruz. Bu tavrın Yavuz Türk’ün şiirinin kolay okunan ve çoğu zaman akıcılığını koruyabilen bir şiir olmasında katkısı büyük. Hemen belirtmek gerekir ki, kitapta yer alan “Eski Şiir” (s. 52) çok sayıda kullanılan dipnot ile, “Picasso, 1918” (s. 32) ise özel isim ve göndermelerle boğulduğundan kitabın genel tavrına ters, akıcılığını kaybetmiş, okunması zor şiirler olmuş.

Şiirin dili genel olarak sade, güncel sözcüklerden oluşuyor; sözcük dağarcığı açısından, rahatsız edecek şekilde tekrara düşülmüyor. Şiirin yumuşak yapısını parçalayan, “piç, irin, ustura, sövgü, kan, ağrı, bıçak, deşmek” gibi sert anlamlar çağrıştıran kelimeler bile, şiirin genel yumuşaklığı içinde sertliğinden ödün veriyor. Ödün diyorum çünkü, Yavuz Türk’ün şiiri, yumuşak yüzün altına sertliği gizleyen bir şiir. Aslına bakarsınız, “Piç Terzi”de (s. 12), (“kendini deşip deşip irin içen işte ben”, “boyna sürülen bıçağı ince ince bileyen”) olduğu gibi, Türk’ün şiiri, yumuşamaya uğramadan sert durduğu yerlerde kendini daha iyi ve daha çağrışımlı ifade edebilen bir şiir.

Hoş bir his bırakarak elden kayıp giden kumaşlar gibi akıcı ve okuyucuyu saran şiirler, kitabın iki bölümüne de serpiştirilmiş. İlk bölümün, ikinci bölüme göre daha akıcı olmasında uyaklardan daha çok yararlanılmasının, şiirlerin bölümlenmemesinin,dizeler arası geçişlerde verilen duygunun kırılmamasının ve şiire girişlerin iyi yapılmasının katkısı büyük. Girişten bahsetmişken, okur olarak şiiri girişlerden yakaladığımdan, belki de daha doğrusu, şiire girişlerden yakalandığımdan giriş dizelerinin okuyucuyu saracak duyguyu elektrik çarpması gibi birden aktarmasını severim. Yavuz Türk, “önce şuramı sar, düşük yaptığım yerdir ora” (s. 14), “kendimi paranteze alıyorum/ küsmesin diye çocuklar” (s. 20), benzeri, çalışmadan çok ilham ürünü gibi gözüken girişlerle, yer yer bahsettiğim aktarımı yaparak okuyucuyu cezbetmeyi başarıyor.


III- Kumaş’ın Ruhu

Kitabın tamamını göz önünde tuttuğumuzda, Kumaş’ın ruhunu; kırılganlık, öfke ve yabancılaşmanın şekillendirdiğini görüyoruz. “Ben” merkezli özne, bu ruhu genellemelere gitmeden sunuyor. Kitabın ilk bölümü ‘Kumaş’ta, öfkesini gizlemeyen, hatta “çok gecikmiş öfkem” (s. 31) diyerek yer yer, gecikmiş olmanın telaşıyla, şiirin nabzını yükselten bir ruh hâkim. Şiirler bu öfkenin altında, kırılganlıkları ile, cebinde kırık misket elinde ustura bileklerini kesen, kendini piç ve kambur bir terzi olarak gören öznenin yaşadığı yabancılaşmanın ve varolmanın sıkıntısının olduğunu okuyucunun gözüne sokmadan, sezgiyle iletiyor. Özellikle ilk bölümde ama kitabın genelinde varoluşçuluk göndermeleri ile, yalın kelimeler ve vurgulu söyleyiş yakalanmaya çalışılmış, ancak varoluş meseleleri derinlemesine felsefi bir irdelemenin sonucu olmaktan çok, yoğun bir duygu hali olarak aktarılmış. Duygu yoğunluğu, “ağrı geziniyor bilmediğin yerinde gövdenin” (s. 48), “eksikliğim alnımda yazı/ çocukları uyardım, ben yenik/ yaylada bir gül kokusu” ( s. 26) gibi yer yer çağrışımlı/vurucu dizelerle aktarılarak okuyucunun boğulması da önlenmiş. Ancak özneden hareketle çevreye yayılan bu duygu yoğunluğunun, çoğu zaman bir derinliği, başkalığı veya bir meseleyi işaret ederek okuyucuyu sürüklememesi şiirin ve şairin söylediğinin ötesine geçmeye çalışan okuyucuyu üzüyor.

Kitabın “Kent ve Doğu” isimli ikinci bölümünde şair, kendi durduğu yeri ve yaşadığı mekânı imliyor. Aslında ilk bölümde, “anne, elimi tut, tut elimi bu neyin muştusudur/ batıya değil doğuya, daha da doğuya yürüyorum” (s. 15) dizeleriyle şair, bir yandan doğu trenine bindiğini açıklarken, öte yandan kitabın iki bölümü arasında ve gelenekle bağlantı kuruyor. Bu bölümde doğunun kumaşını betimleyen, “asl”, “suret”, “ayna”, “çöl”, “simya”, “bilgelik”, “nargile” gibi kelimeler şairin durakları olurken, doğu–batı denklemi ve bu denklem çerçevesindeki ötekileştirmeler şiirlerin genel teması haline dönüşüyor. Türk, Doğu’nun gizlerini keşfeden/sergileyen, derinliği içinde gezinen bir şair edası ile değil, bizzat göbeğini Doğu’ya bağlayan, yönünü daha da doğuya çeviren, Batı ile Doğu arasında gidip gelen, içerden konuşmaya çalışan bir şair olarak gözüküyor. İlk bölümden farklı olarak şair, bu bölümde Doğu’yu üzerinde durulması gereken bir mesele olarak ortaya koyarken, “Şiiri doğuran Doğu’dur, sancıdır.” (s. 52) diyerek şiirinin durduğu ya da durması gerektiği yeri de belirtiyor. Ancak okuyucuya meselenin aslından çok, Doğulu bir mahcubiyetle öfkesini bastıran, içinde yar ve yara olan bir sızıyla/kırılganlıkla doğuya, çöle doğru hüzünle yol alan; aynı zamanda umudunu Haliç’in dibinden yükselecek ışığa bağlayan suret yansıyor.


IV- Elbise

Yavuz Türk, Kumaş’ta “ne varsa aslında samimiyettedir” (s. 47) dizesine uygun samimi şiirler ve duruşla karşımıza çıkıyor. Kullandığı yalın dil ve sözü yormayan tarzı da bu samimiyete eşlik ediyor. Ancak bir okur olarak Türk’ün samimiyeti elden bırakmadan şiirini daha da derinleştirmesi, kendini çağrışımlara bırakırken öfke ve hüzne sarılması halinde daha da kalıcı işler çıkaracağının işaretlerini görüyorum. Kitabın geneline yayılan samimiyet ve yalınlığı gözeterek, Terzi’nin, Kumaş’tan güzel bir ilk elbise çıkarttığını söyleyebiliriz.


Hece, Aralık 2010, S. 168

Hiç yorum yok: