Şiirlerinizi
yayımlamadan önce ya da sonra, usta bellediğiniz bir şaire gösterip fikrini
aldığınız oldu
mu/oluyor mu? Şiirimizin geleneğinde usta-çırak ilişkisi diye bir şey vardı; size
göre bu durum sürüyor mu, sürmeli mi?
Genç şairin, usta-çırak
ilişkisi içinde kendini geliştirebileceğine inanmıyorum. Çünkü böyle bir
ilişkinin kimyası baştan sakattır, içinde hiyerarşi vardır. En iyi usta-çırak
ilişkisinde bile bir tahakküm sözkonusu: ‘Buralar olmamış,’ ‘bu şiiri çöpe at,’
‘kendi sesini bulmalısın,’ gibi klişelerle birlikte usta konumunda bulunan, o
rolü üstlenen şair, genç şaire hem kendi şiir anlayışını sürekli empoze eder
hem de bu yolla kendi varoluşunu yeniden yeniden kurmaya, yani bir bakıma kendini
etrafa daha çok ispatlamaya çalışır. Şu da mümkün değil midir? Usta dediğimiz
şair o kadar da usta olmayabilir; bizim ona ‘usta’ deyişimiz dünyada bizden
fazla bulunmasından ve halen ortalama şiirler yazdığı halde mevcut edebiyat
kanonu tarafından onaylanmasından kaynaklanıyor olabilir. Ben, kişisel olarak,
bir ya da birden çok şairi usta belleyip, genç şairin ona sürekli şiirlerini
göstermesi ve bu yolla ondan icazet almasına karşıyım. İlle de bir usta-çırak
ilişkisi kurulacaksa, buna ihtiyaç varsa, ölü şairlerle ve edebiyatçılarla
böyle bir ilişkinin kurulması genç şair açısından daha verimli olabilir diye
düşünüyorum. Dolayısıyla ilk soruya yanıtım şu: Şiiri yazdıktan sonra kendi
yaşıtım ve arkadaşım şairlere ya da -ille de şair olması gerekmez- edebiyatla
içli dışlı olan dostlarıma okuturum; onlardan gelecek tepkilere göre şiiri adam
etmeye çalışırım.
Türkçe şiirde, Türkçe
şiir geleneğinde usta-çırak ilişkisinin olduğu aşikâr. Bugüne kadar bu konuya
dair çeşitli hikâyeler de anlatılagelmiştir. Eskiden, böylesi bir ilişkinin
genç şaire elbette faydası olmuştur; bunu inkâr edemeyiz. Ancak, bugün halen
“şair” diyerek yücelttiğimiz ve bir paranteze alarak bütün dünyadan soyutlamaya
çalıştığımız insan evladı, eskisi gibi masum ve diğerkâmca bir duyguyla
yaklaşmıyor şiire ya da yazıya. Bugünkü durumda, ‘yazı’nın (veya şiirin,
metnin) kendisine sürekli bir kutsallık atfetme histerisi hâkim. Hal böyle
olunca, bunu üreten kişi de kendini bambaşka bir şekilde konumlandırabiliyor.
Üstelik, birinin bize şair demesine gerek de yok, kendimize şair dediğimiz anda
şair oluveririz. Oysa akredite olmuş birinin bunu söylemesiyle şair olmak
hepimizin başını döndürüyor. ‘Şiir’i ve ‘yazı’yı kafamızdaki o kutsal yerden
indirip üzerine herhangi bir şeyden bahseder gibi konuşabilmeliyiz artık.
Sonuçta; bugün usta-çırak ilişkisinin sürdüğünden bahsedilebilir mi? Cevap:
Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da bu durum sürüyor. Ancak iki tarafın da
karşılıklı çıkar ilişkisi paralelinde devam ediyor bu ilişki. Bir ustanın
peşine takılmak; genç şair için –şiirinin düzeyi ne olursa olsun– onaylanmak,
şiirinin edebiyat dergilerine daha kolay girmesi, kitap çıkarabilmek, ödül
almak, şairlerle oturup kalkmak anlamlarına geliyor. Bir genç şairi peşine
takmak; usta şair için –şiirinin düzeyi ne olursa olsun– daha da ustalaştığını
sağa sola göstermek, kendine tilmizler yaratmak, egosunu biraz daha parlatmak
anlamlarına geldiği gibi... Bu ilişkide, her iki konum da rahatsızlık verici.
Yavuz Türk
Sincan İstasyonu,
Ocak 2012, S: 53
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder