15 Şubat 2012 Çarşamba

Usta - Çırak İlişkisi


Şiirlerinizi yayımlamadan önce ya da sonra, usta bellediğiniz bir şaire gösterip fikrini aldığınız oldu mu/oluyor mu? Şiirimizin geleneğinde usta-çırak ilişkisi diye bir şey vardı; size göre bu durum sürüyor mu, sürmeli mi?


Genç şairin, usta-çırak ilişkisi içinde kendini geliştirebileceğine inanmıyorum. Çünkü böyle bir ilişkinin kimyası baştan sakattır, içinde hiyerarşi vardır. En iyi usta-çırak ilişkisinde bile bir tahakküm sözkonusu: ‘Buralar olmamış,’ ‘bu şiiri çöpe at,’ ‘kendi sesini bulmalısın,’ gibi klişelerle birlikte usta konumunda bulunan, o rolü üstlenen şair, genç şaire hem kendi şiir anlayışını sürekli empoze eder hem de bu yolla kendi varoluşunu yeniden yeniden kurmaya, yani bir bakıma kendini etrafa daha çok ispatlamaya çalışır. Şu da mümkün değil midir? Usta dediğimiz şair o kadar da usta olmayabilir; bizim ona ‘usta’ deyişimiz dünyada bizden fazla bulunmasından ve halen ortalama şiirler yazdığı halde mevcut edebiyat kanonu tarafından onaylanmasından kaynaklanıyor olabilir. Ben, kişisel olarak, bir ya da birden çok şairi usta belleyip, genç şairin ona sürekli şiirlerini göstermesi ve bu yolla ondan icazet almasına karşıyım. İlle de bir usta-çırak ilişkisi kurulacaksa, buna ihtiyaç varsa, ölü şairlerle ve edebiyatçılarla böyle bir ilişkinin kurulması genç şair açısından daha verimli olabilir diye düşünüyorum. Dolayısıyla ilk soruya yanıtım şu: Şiiri yazdıktan sonra kendi yaşıtım ve arkadaşım şairlere ya da -ille de şair olması gerekmez- edebiyatla içli dışlı olan dostlarıma okuturum; onlardan gelecek tepkilere göre şiiri adam etmeye çalışırım.

Türkçe şiirde, Türkçe şiir geleneğinde usta-çırak ilişkisinin olduğu aşikâr. Bugüne kadar bu konuya dair çeşitli hikâyeler de anlatılagelmiştir. Eskiden, böylesi bir ilişkinin genç şaire elbette faydası olmuştur; bunu inkâr edemeyiz. Ancak, bugün halen “şair” diyerek yücelttiğimiz ve bir paranteze alarak bütün dünyadan soyutlamaya çalıştığımız insan evladı, eskisi gibi masum ve diğerkâmca bir duyguyla yaklaşmıyor şiire ya da yazıya. Bugünkü durumda, ‘yazı’nın (veya şiirin, metnin) kendisine sürekli bir kutsallık atfetme histerisi hâkim. Hal böyle olunca, bunu üreten kişi de kendini bambaşka bir şekilde konumlandırabiliyor. Üstelik, birinin bize şair demesine gerek de yok, kendimize şair dediğimiz anda şair oluveririz. Oysa akredite olmuş birinin bunu söylemesiyle şair olmak hepimizin başını döndürüyor. ‘Şiir’i ve ‘yazı’yı kafamızdaki o kutsal yerden indirip üzerine herhangi bir şeyden bahseder gibi konuşabilmeliyiz artık. Sonuçta; bugün usta-çırak ilişkisinin sürdüğünden bahsedilebilir mi? Cevap: Geçmişte olduğu gibi zamanımızda da bu durum sürüyor. Ancak iki tarafın da karşılıklı çıkar ilişkisi paralelinde devam ediyor bu ilişki. Bir ustanın peşine takılmak; genç şair için –şiirinin düzeyi ne olursa olsun– onaylanmak, şiirinin edebiyat dergilerine daha kolay girmesi, kitap çıkarabilmek, ödül almak, şairlerle oturup kalkmak anlamlarına geliyor. Bir genç şairi peşine takmak; usta şair için –şiirinin düzeyi ne olursa olsun– daha da ustalaştığını sağa sola göstermek, kendine tilmizler yaratmak, egosunu biraz daha parlatmak anlamlarına geldiği gibi... Bu ilişkide, her iki konum da rahatsızlık verici.

Yavuz Türk

Sincan İstasyonu,
Ocak 2012, S: 53

Hiç yorum yok: