Yazın
bittiği, yaşam ritminin yeniden yükseldiği, havaların ve hayatın soğuduğu bu
günlerde evlere, odalara dönüldüğü yerde; genç bir şair olarak bu yazı hangi
okumalarla geçirdiniz ve bu okumaların şiirlerinize nasıl bir katkı
sağladığını, döne döne okuduğunuz isimler ile etkisi altında kalma endişesi
yaşadığınız kitapları ve şimdilerde yazıevinizde ne ile meşgûl olduğunuzu
paylaşır mısınız? Okuma biçiminizi (not alarak, altını çizerek, deftere akılda
kalanları özetleyerek...) ve bu biçimin yazma halinize etkisi ile yazma
biçiminizi (yolda, durakta, not defterine, mutlaka masada, notlarla...) de
öğrenebilir miyiz?
Geçtiğimiz
yaz, daha önceki yazlardan biraz farklı olarak şiir dışı türlerle daha fazla
haşır neşir olmaya çalıştım. Şiir dışındaki metinlerle uğraşmak, farklı
disiplinden okumalar yapmak şiiri geliştirmese bile sanıyorum farklı bir şiire
ulaşmak açısından insanın zihnini biraz daha açık tutabiliyor. Bu yüzden
avcılıktan felsefeye, ütopyadan yemek tarifine kadar çok karmaşık bir okuma
yaptım. Bu okumalar arasında çeşitli cümlelerin altını çizdiğimi hatırlıyorum,
ancak bunları ilerki zamanlarda kullanmak üzre -bu zamana kadar kendime söz
verdiğim ve yapmaya çabaladığım halde- akıllı uslu bir yerlere yine not
alamadım.
Özelde ise bu yaz üzerinde durduğum, dönüp dönüp kurcaladığım isimler şunlardı: Walter Benjamin, Stefan Zweig, Ortega y Gasset metinlerine sıkça baktığım yazarlardı. Bizimkilerden ise, Ahmet Güntan, Hulki Aktunç, Ceyhun Tuna ve önümüzdeki günlerde Yeniyazı Yayınları’ndan kitabını çıkaracağımız Muammer Karadaş... Bu son şair, yalnızca geçen yaz değil, hemen hemen iki yıldır “Bütün Zamanların Yabancısı” adlı dosyasıyla kafamı epey meşgul etti.
Kitap okurken bir çeşit uyurgezerlikle ve tümüyle metne odaklanarak okuma yaptığım için, aklımın bir köşesiyle okuduklarımdan nasıl şiir çıkarabilirim ya da okuduğum metinler şiirimi ne yönde geliştirebilir diye düşünsem de bunları somutlaştırmak anlamında sağlam adımlar atabildiğimi söyleyemem. Okuduklarımdan şiire dair bir şeyler devşirebilsem de, sık sık çeşitli zamanlarda notlar almaya çalışsam da aldığım bu notlar çok dağınık kaldı ve çoğu zaman sağda solda kaybolup gitti. İşte bu yüzden, kendimi okuma ve okuduğuyla alakalı düşünme konusunda hep disiplinsiz ve sistemsiz buluyorum.
Yazma biçimi ise genelde notlar halinde olur bende. Ama birbirinden bağımsız notlardan ziyade, bir şiir üzerine düşülmüş notlar ve parçalardır bunlar. Bende her şeyden önce şiirin teması gelir; daha ortada şiir yokken, ne yazacağıma, şiirin içinde ne anlatacağıma karar vermiş olurum. Bu da aslında elimi kolumu da epey bağlayan bir şey. Daha biçimsel olarak; masada, yürüyerek, durakta otobüs beklerken gibi mekânın ön planda olduğu bir yazma ritüelim yoktur. Az sonra şiir yazacağım, diye bir masaya oturmuşluğum yoktur. Aslında her şey kendiliğinden oluverir. Kısacası, şiirin ne olduğunu bilmediğim gibi, nasıl yazdığıma dair belli bir pratik de geliştirmiş değilim. Şiire ve yazma biçimine tersinden giderek ulaşıyorum sanırım. Nasıl ki şiirin ne olduğunu anlamak için şiirin ne olmadığını eleye eleye ulaşıyorsam oraya, yazma biçimi de biraz bu refleksle gerçekleşiyor.
Son olarak da şuna artık kani olduğumu belirtmeliyim: Bizden önceki kuşaktan/kuşaklardan bir şeyler öğrenebileceğimi düşünmekten vazgeçtim –özellikle de sağa sola saldırarak gençlere şairlik öğretmeye çalışanlardan. Artık bizden sonraki kuşaktan ve yaşı bizden daha genç olanlardan daha çok şey öğrenebileceğimin farkına vardım kendi adıma.
Özelde ise bu yaz üzerinde durduğum, dönüp dönüp kurcaladığım isimler şunlardı: Walter Benjamin, Stefan Zweig, Ortega y Gasset metinlerine sıkça baktığım yazarlardı. Bizimkilerden ise, Ahmet Güntan, Hulki Aktunç, Ceyhun Tuna ve önümüzdeki günlerde Yeniyazı Yayınları’ndan kitabını çıkaracağımız Muammer Karadaş... Bu son şair, yalnızca geçen yaz değil, hemen hemen iki yıldır “Bütün Zamanların Yabancısı” adlı dosyasıyla kafamı epey meşgul etti.
Kitap okurken bir çeşit uyurgezerlikle ve tümüyle metne odaklanarak okuma yaptığım için, aklımın bir köşesiyle okuduklarımdan nasıl şiir çıkarabilirim ya da okuduğum metinler şiirimi ne yönde geliştirebilir diye düşünsem de bunları somutlaştırmak anlamında sağlam adımlar atabildiğimi söyleyemem. Okuduklarımdan şiire dair bir şeyler devşirebilsem de, sık sık çeşitli zamanlarda notlar almaya çalışsam da aldığım bu notlar çok dağınık kaldı ve çoğu zaman sağda solda kaybolup gitti. İşte bu yüzden, kendimi okuma ve okuduğuyla alakalı düşünme konusunda hep disiplinsiz ve sistemsiz buluyorum.
Yazma biçimi ise genelde notlar halinde olur bende. Ama birbirinden bağımsız notlardan ziyade, bir şiir üzerine düşülmüş notlar ve parçalardır bunlar. Bende her şeyden önce şiirin teması gelir; daha ortada şiir yokken, ne yazacağıma, şiirin içinde ne anlatacağıma karar vermiş olurum. Bu da aslında elimi kolumu da epey bağlayan bir şey. Daha biçimsel olarak; masada, yürüyerek, durakta otobüs beklerken gibi mekânın ön planda olduğu bir yazma ritüelim yoktur. Az sonra şiir yazacağım, diye bir masaya oturmuşluğum yoktur. Aslında her şey kendiliğinden oluverir. Kısacası, şiirin ne olduğunu bilmediğim gibi, nasıl yazdığıma dair belli bir pratik de geliştirmiş değilim. Şiire ve yazma biçimine tersinden giderek ulaşıyorum sanırım. Nasıl ki şiirin ne olduğunu anlamak için şiirin ne olmadığını eleye eleye ulaşıyorsam oraya, yazma biçimi de biraz bu refleksle gerçekleşiyor.
Son olarak da şuna artık kani olduğumu belirtmeliyim: Bizden önceki kuşaktan/kuşaklardan bir şeyler öğrenebileceğimi düşünmekten vazgeçtim –özellikle de sağa sola saldırarak gençlere şairlik öğretmeye çalışanlardan. Artık bizden sonraki kuşaktan ve yaşı bizden daha genç olanlardan daha çok şey öğrenebileceğimin farkına vardım kendi adıma.
Yavuz Türk
Edebiyatta
Üç Nokta,
Güz 2011, S: 6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder