avignonlu kızlar bir düş gibi salınırken aklımda
bir kadın olarak çizdim eva’yı, sanki hiç günahsız
yarım bir koltukta otururken olga, aklımda hep eva
büyük savaş kapıdaydı daha, meyveler köşeli
keşke diyorum, çalıverseydi mona lisa’yı apollinaire
tutar atarlardı da yollamazdım onları avignon garı’ndan, kederli
gittiler sonra; braque, derain, leger, apollinaire ve diğerleri
bir max jacob kaldı bana eski dostum, tuhaflığım
yarım bir aşk gibi döndüler sonra, eva ölümle kucaklaşırken
olga’yı sevdim 1917’de, koltukta oturuşu gibi eva
paris’ten roma’ya giden bir tren dolusu guernica
aksanım kaldı onun çiçekle bezeli koltuğunda
kadınları tanrım, çok sevdim bozdum biçimlerini onların
benden sonra onları kimse sevmesin istedim
bir düşü elledim, boğa güreşleri, aydınlık meydanlarda
11 kasım 1918’de, rivoli’nin kemerleri altında dolaştım
birdenbire kalabalığın içinde, birdenbire sokakta
bir rüzgâr esti de bir kara başörtüsünü yüzüme örttü
rüzgâr örttü de yüzümü bir kadının örtüsüyle
savaşta kocası ölen bir kadındı, biçimi bozulmamış, gerçek
tanrım, mona lisa gibi karanlık, onun gibi seyrek
savaştan yorgun dönmüştü apollinaire, korkuyla girdim eve
senin kafanda bir sargı, benim bıyıklarım yok sevimli çocuk
korkunç bir sezgi gibi ölmüşsün apollinaire
tersten yaptığım gibi bütün evreni; kadını, tanrıyı ve insanı
paris ve barcelona ve roma sokakları tekmil çocuk çığlığı
bil ki bundan sonra cézanne, geometrik desenler, ölüdoğa, hep ağlayan kadınlar
bir ölüm değil bu sade, yıkıldı bütün imge, ten, beden
sen benim ötekim, yansımam, şiirim, aynadaki sır
bir daha asla kendi portremi yapmayacağım apollinaire
Kumaş, s. 32-35