22 Mart 2013 Cuma

Ufuk Akbal Varlığımıza Nasıl İlişir?


Ufuk Akbal 5 yaşlarında, Kumburgaz'da mutlu günlerindeyken...




Sixteen Horsepower’ın “Flutter” şarkısı eşliğinde okuyunuz.

I.
İlişmelidir.
Çünkü Ufuk Akbal bir Türk entelektüeli olamayacak kadar nazenin, bir Yalçın Küçük serçe parmağı kadar kırılgan ve Ferdi Özbeğen misali duygusal bir şahsiyettir. Ufuk Akbal’ı en iyi onun mizahıyla tanışanlar bilir.

II.
Ufuk Akbal, Türk entelijansiyasına atılmış beklenmedik bir röveşatadır.
Çünkü o, geç dönem Türk aydını gibi Foucault’yu yüceltme gereği duymaz, ondan yalnızca esinlenir; esinlendiği yerlerin de hakkını verir. Baudrillard gibi bir devlet memurunun çocuğu olarak doğmuştur ya da yalnızca atılmıştır bu dünyaya. Baudrillard'dan farkı; kendiyle giriştiği kavgayı bir miktar abartmasıdır ve elbette Türkiye topraklarında avama rağmen havas olmaya çabalamamasıdır. Böyle bir iddia aklından dahi geçmez.

III.
Ufuk Akbal, üslupçudur. Çünkü, bizim aklımızdan geçen kelimeler, onun yüreğinden geçer.

IV.
Ufuk Akbal şairdir.
Bildiğiniz manada değil, Salinger’ın kastettiği anlamda. Yazdığı şiir bir anti-metin, bir anti-şiir olduğu halde şeksiz şüphesiz şiirdir.

V.
Ufuk Akbal, yaşayarak bir Türkiye teorisyenidir.
Türkiye’ye rağmen sosyoloji tahsil etmiştir.

VI.
Motivasyon diye bir şeyin var olmadığına inanır. İyimserliği sever. 145T ile seyahat eder, 3.90 tl, oh, mis. Bir iki dilim çavdar ekmeği, dört adet yeşil zeytin, kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir ve iki bardak demli sağcı çayı. Melankoliktir.
Askerde, Yasunari Kavabata okumuştur.

VII.
Ufuk Akbal, ekmek parası için ilaç mümessilliği ve emlakçılık yapmıştır. İkisini de becerememiş, bu iki meslekten geriye kendisinde bir miktar sinir, bir miktar sabır dozu kalmıştır. Rivayet odur ki; bir sabah, poğaça ve çaydan ibaret kahvaltısını müteakip ayağa kalkmış ve emlakçının camından Beşiktaş’ın gökyüzüne bakarak şöyle demiştir: “Hepimiz emlakçıyız.”

VIII.
Gastronomi bilir. Sinemadan değil futboldan yanadır. Profesyonel bir PES 6 kullanıcısıdır. Altı yıldır yaptığı yamalarla, PES 6’yı modifiye ederek şahlandıran adamdır.

IX.
Ufuk Akbal’ın yazıları ‘marine edilmiş’ izlenimi verir, oysa çalakalemdir. Şiirleri yalnızca ironiden ibaret gibidir, oysa biraz tütün kolonyası hepimizin yalnızlığına iyi gelecektir. Fıkıh ilmi onunla kendine yepyeni bir anlam alanı açmıştır.

X.
Doğurtma yöntemi olarak küfürleşmeyi yeğlemekte ve salık vermektedir. Zaten o tercih etmez, yeğler; tavsiye etmez, salık verir.

XI.
Beylikdüzü’nden Suriçi’ne, yani babaevine seyirttiği günlerde, bir süreliğine bütün saatler 19.00’u gösterir. O sırada insanlar koşarak metropolleri terk etmelidir. Çünkü Ufuk Akbal tam o saatlerde keçi otlatmaya çıkmıştır.

XII.
Dişçilerin Hürriyet gazetesi okuması hepimiz gibi Ufuk Akbal’ı da şaşırtmaz. Bir zaman geçirme aracı olarak gazete. Bir kendini dinleme biçimi olarak yürüme. Ve bir yalnızlığı hissetme aracı olarak kederlenme.

XIII.
Ufuk Akbal tersine çevrilebilir, tersten de okunabilir; bundan gocunacağa benzemez: Ufuk Akbal ya da Akbal Ufuk.

XIV.
Şehremini Parkı’ndan süzülerek Asım’da iki kır pidesi atılacak, Nev Texas es geçilerek oradan doğru İkinci Adres, üst kat. Şunları da unutmamalı: Kızılelma Caddesi’ndeki Murat Pasta Fırını ve aynı cadde üstündeki meşhur goralıcı. Sonra Cihan Derya Balıkçısı. Bir zamanlar işte bu koordinat üzredir.

XV.
Elbet bizim de başkalarına imrenmeden şiir yazacağımız günler gelecektir.

XVI.
Ufuk Akbal halen sokaklarda yürüyor, sağa sola bakınıp Citibank ATM’si arıyorsa, işsiz ve parasız kaldığında çaktırmadan önünden geçtiği lokantaların camında ‘komi aranıyor’ ilanlarına göz kırpıyor, Şirinevler’de biranın üstüne iki yarım kokoreç çakıyorsa bu dünya elbet yaşanacak demektir.

XVII.
Gündelik hayatın ilmini bilir. Yerli düşüncenin müdavimidir. Başucu kitabı, Dr. Haluk Saçaklı’nın Sağlıklı Yiyerek Zayıflayalım’ıdır.

XVIII.
Ufuk Akbal kimi zaman Ufuk Akbal’a dahil değildir.

XIX.
Sevgilisinin teri gül gibi kokanlarla kalbini attıran şeye biz edebiyat deriz!

XX.
Yiyorsa gidin, adresi Beykent!



21 Mart 2013 Perşembe

Nisyan



unut:

ilk baktığın göz, ilk aktığın kalp, ilk öptüğün ağız
bugün bizi kederle anan şaşkın şarkı
dağdan dağa sıçrayan umut, kendi başına karanlık
iyi karanlık, güzel karanlık, sevgili karanlık

sana başkaldıranların durmadan yükselen patırtısı
zamanın ruhu, mekânın poetikası, piri reis’in hartası
canavara teslim etme kumrunun canını
unutma diyeni, hatırla diyeni, kendini ele vermeyeni

gece yatarken, gündüz uyurken gelen felaketi
içinden çıktığın kadını, içine girdiğin kadını
kabil’in habil’i katledişi, tırnaklarındaki toprağın kiri
kendini tekrarlayan merhamet, iğdiş edilmiş cesaret

sabah güzel uyanabilirsin, iyi bir ölümle ölebilirsin
canını esirgemek isteyen onu yitirecek, canını yitiren onu yaşatacak
o gün damda olan aşağı inmesin, tarlada olan geri dönmesin
hafızayı güçlendiren temrin: geri dönmesin, geri dönmesin

unuttuğumuzdan bize insan dendi



Varlık, Eylül 2012


20 Mart 2013 Çarşamba

Picasso, 1918


avignonlu kızlar bir düş gibi salınırken aklımda
bir kadın olarak çizdim eva’yı, sanki hiç günahsız
yarım bir koltukta otururken olga, aklımda hep eva

büyük savaş kapıdaydı daha, meyveler köşeli
keşke diyorum, çalıverseydi mona lisa’yı apollinaire
tutar atarlardı da yollamazdım onları avignon garı’ndan, kederli

gittiler sonra; braque, derain, leger, apollinaire ve diğerleri
bir max jacob kaldı bana eski dostum, tuhaflığım
yarım bir aşk gibi döndüler sonra, eva ölümle kucaklaşırken

olga’yı sevdim 1917’de, koltukta oturuşu gibi eva
paris’ten roma’ya giden bir tren dolusu guernica
aksanım kaldı onun çiçekle bezeli koltuğunda

kadınları tanrım, çok sevdim bozdum biçimlerini onların
benden sonra onları kimse sevmesin istedim
bir düşü elledim, boğa güreşleri, aydınlık meydanlarda

11 kasım 1918’de, rivoli’nin kemerleri altında dolaştım
birdenbire kalabalığın içinde, birdenbire sokakta
bir rüzgâr esti de bir kara başörtüsünü yüzüme örttü

rüzgâr örttü de yüzümü bir kadının örtüsüyle
savaşta kocası ölen bir kadındı, biçimi bozulmamış, gerçek
tanrım, mona lisa gibi karanlık, onun gibi seyrek

savaştan yorgun dönmüştü apollinaire, korkuyla girdim eve
senin kafanda bir sargı, benim bıyıklarım yok sevimli çocuk
korkunç bir sezgi gibi ölmüşsün apollinaire

tersten yaptığım gibi bütün evreni; kadını, tanrıyı ve insanı
paris ve barcelona ve roma sokakları tekmil çocuk çığlığı
bil ki bundan sonra cézanne, geometrik desenler, ölüdoğa, hep ağlayan kadınlar

bir ölüm değil bu sade, yıkıldı bütün imge, ten, beden
sen benim ötekim, yansımam, şiirim, aynadaki sır
bir daha asla kendi portremi yapmayacağım apollinaire



Kumaş, s. 32-35

18 Şubat 2013 Pazartesi

Sonra, Doğdum



sonra, doğdum
doğmak benim için değildi

sonra, doğdum
olmadı hiçbir şey
ne tufandan kalma bir su birikintisi
ne yıkıntılar arasında babil kulesi
kırılan ve o ezilen büyük tanrı aramızdaki

sonra, doğdum
bir hançer baştan başa yardı kalbimi

sonra, doğdum
bir avuç toprak aldım elime
buna insan dedim
toprağı savurdu rüzgâr, dağıttı etrafa
iki adım attım ve durdum
ardıma bakakaldım
göğün altında bir şey vardı
buna yeryüzü dedim

sonra, doğdum
otomobiller sağlı sollu dizilmişti
korna sesleri, küfürler, söylenmeler
insanın bir şey olma endişesi

sonra, doğdum
ben sevdiğim için vardı onlar, kadınlar
üstlerinde hep bir kırmızı entari
etrafımda dolanıp durdular
elimi uzatınca yok, göğe baktığımda vardılar
içimi yakana kadar yok
etimi kıstırana kadar vardılar

sonra, doğdum
ardımda ve önümde iki dut ağacı vardı
silkeledim, silkeledim, silkindim
dilimin bilgisi ağaçtan geçti
bugünlerde ben burda değildim

sonra, doğdum
eğri adımlarla eşyanın tabiatını bildim
tanrım ne büyük söz ettim:
ağacın gürültüsünü öğrendim
pencerenin hızını
denizin göğe ağmasını
bir elimle doğduğum yeri işaret ettim
diğeriyle ileriyi
ikisinin arasına ufuk çizgisi dedim

sonra, doğdum
ben yokmuşum gibiydi dünya
hayatın içinde bir kovuk buldum
bunca zaman yaşadım
işte öyle…
kederden ve kaderden çok söz ettim

sonra, doğdum
öylesine bir yerde
yıldızlar döküldü üzerime
kar tipiye döndü birden
ne dilinizi öğrenebildim bunca zaman
ne sözcüklerim kulaklarınıza değdi
beni anlatan söz çok önceden söylendi
bendim yeryüzünün kederi

sonra, doğdum
doğumumla tekrar ispatladım tanrıyı

sonra, doğdum
bilemedim nedenini
kalubelada aklıma fısıldadılar seni
elbette kırmızı bir entari

sonra, doğdum
evime girerken
gölgemi buyur ettim önden

sonra, doğdum
aşk bana dokunmadan yanımdan geçti

sonra, doğdum
kundağım ve kefenim aynı kumaştan biçildi



Yavuz Türk - 2010
yeniyazı 10