6 Haziran 2012 Çarşamba

Romantik Geometri


2011...

Geçtiğimiz yıl, bir önceki yıla kıyasla şiir açısından sanırım biraz daha verimsiz geçti. En azından benim görebildiğim kadarıyla. 2011’de dişe dokunur bir gelişme de olmadı Türkçe şiirle alakalı. Yıl boyunca daha çok düzyazı metinler okumaya gayret ettiğim halde kimi şairlerin kitaplarını okumaya çaba gösterdim. Ahmet Güntan tarafından yayıma hazırlanan Mustafa Irgat kitabı (Sonu Zor) bence önemliydi. Bunun dışında İzzet Yasar (Başka Akıl Peşinde), Enis Akın (Dağdaki Emirler), Haydar Ergülen (Aşk Şiirleri Antolojisi), Hüseyin Peker (Benden Sana Yamalı), Abdulkadir Budak (Mesafe), Tozan Alkan (Sana Şehir Gelecek), Mehmet Davut Özdal (Mehmet Molla), Tamer Sağır (Kırçıl), Bilal Çiftçi (Horst-Graben), Nilüfer Altunkaya (Sanki Sonsuz), dikkatimi çeken kitaplar oldu.


Nobel Edebiyat Ödülü

Sezai Karakoç
Nobel Edebiyat Ödülü’nün Tranströmer’e verilmesinden çok sanırım bir şaire verilmesi ilgilendiriyor olmalı bizi? Ama hayır, bu ödül eğer dünyada şiiri daha kalıcı ve bizim açımızdan daha verimli hale getirecekse ben Batılı şairlere verilmesinden çok Doğulu yazarlara bu ödülün verilmesinden yanayım. Çünkü Doğu coğrafyasından çıkan bir “yazar” bizim şiir algımız üzerine de muhakkak bir şey söylemiş olacaktır. Nobel’in şairlere daha seyrek verilmesinin bir sebebi de Batı’da yazılan şiirin daha dingin ve bizde olduğundan daha az devingen ve belki de bir miktar ruhsuzluğundan kaynaklanıyor olabilir.

Bizden, Sezai Karakoç’a verilse bu ödül ve Sezai Karakoç da ödülü reddetse muhteşem olurdu. Ödülün verilme gerekçesi de şu olabilirdi mesela: “Uzun süredir kendini suskunluğa mahkûm ederek günümüz Türkçe şiirinin kepazeliklerine bulaşmadığı için”…


Edebiyatın Siyasete Katkısı

Yazar ve şairlerin bugün siyasetten görece daha uzak oluşu bence konjonktürle ve dünyadaki ya da Türkiye’deki politikleşmeyle alakalı bir durum. Bugün hal böyledir, ancak yarın tam tersine dönebilir. Sanırım dönem dönem –yalnızca şairlerin ve yazarların değil– insanların siyaset algısı değişiyor; nasıl ki bir zamanlar, şiirde ya da edebi metinlerde siyasi söylemleri olabildiğince vurgulamak ve onları ön plana çıkarmak olmazsa olmaz bir durumken, son yıllarda metni salt bir metin olarak ortaya koyma eğilimi daha revaçta. Ben, siyasetin ya da siyasi aktivizmin bir edebi metin üzerinden değil de daha çok edebiyatçının yapıp ettikleri ve verdiği demeçleri üzerinden yürümesi taraftarıyım. İlle de politik bir edebi metin yazılacaksa, bunun kör gözüne parmağım biçiminde değil, sezdirilerek yapılması daha şık görünüyor bana. Eğer mesele, edebiyatçıların doğrudan aktif siyasette yer alması/almaması ise, açıkçası edebiyat görgüsünün siyasete veya siyaset diline ahım şahım bir etkisi olacağını düşünmüyorum. En fazla siyasetçinin retoriğine bir miktar katkı yapar, o kadar. Çünkü önce bu görgüyü derleyip toparlamak gerekiyor. Bugünkü durumda, bizim şairlerimiz zaten ortalıkta birer yarı-tanrı gibi dolanıp duruyorlar. Ve edebiyatçılar –bilhassa şuara– arasındaki o sürekli geviş getiren ve saldıran “dil” siyasetçilerin dilinden çok da farklı değil.


Elektronik Mecra

Umberto Eco, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın adlı kitapta aşağı yukarı şöyle bir şey söylüyordu, mealen: “Bazı mükemmel icatlar vardır; onu bir kez bulduktan sonra mükemmel hale getirmeye çalışırsınız, ama bulduğunuz icat zaten mükemmel bir haldedir. Bu yüzden üzerinde en fazla biçimsel birtakım değişiklikler yapabilirsiniz; örneğin makas öyledir, ilk bulunan makasla bugün kullandığımız arasında çok az fark vardır. Bence kitap da böyle mükemmel bir icat… Kitabı daha iyi hale getiremezsiniz; en fazla biçimsel olarak üzerinde oynayabilirsiniz onun.”
Umberto Eco

Benim düşüncelerim de Eco’nun söyledikleriyle paralel. Bunu, kitaba duyduğum o romantik ve nostaljik sevgiden dolayı söylemiyorum. Elektronik ortamın, internet yayınının kitabın veya özelde şiir ortamının pabucunu dama atacağını düşünmüyorum. İkisi de ayrı paradigmalar çünkü ve bu yüzden mecraları, alıcıları, muhatapları farklı. Bugünkü kaotik internet ortamında hepsi iç içe geçmiş gibi görünüyor ve dijital dünyanın büyüsü içinde ister istemez bir illüzyon oluşabiliyor. Fakat kısa bir süre sonra, bu karmaşa yatıştığında taşlar yerli yerine oturacaktır. Kitap da, temas edilen, sayfaları çevrilen, okuna okuna yıpranan ve cildi dağılan bir nesne olarak hayatımızdaki yerini yüzlerce yıldır sürdürdüğü gibi sürdürecektir. Bunu, dijital dünyanın gerçekliğe yaklaşma çabasından da anlayabiliriz: E-book cihazları gün geçtikçe daha çok kitaba benzetilmeye çalışılıyor; ekran ışığı buna göre ayarlanıyor, e-mürekkep denen bir teknoloji kullanılıyor.

Yaşanan teknolojik gelişmenin elbette birçok açıdan faydaları olacaktır; özellikle araştırmacılar, öğrenciler daha kısa sürede daha çok kitabı tarama imkânı bulacaklardır bu cihazlar sayesinde. Ama bütün bunların keyif almak için okumaya ket vuracağını sanmıyorum. İnternet teknolojisinin ve dijital dünyanın gelişmesinin bir diğer faydası da edebiyat heveslisi insanlara veya yazdıklarını bir şekilde insanlarla paylaşma ihtiyacı duyan kişilere sağladığı büyük imkân... Artık insanlar şiirlerini ve yazılarını bir editör tahakkümü olmadan, en basitinden bir blog sitesi kurarak rahatlıkla yayımlayabilme imkânı kazandılar. Ancak insanların ürünlerini matbu bir materyalde görmeleri/okumaları halen büyük cazibe yaratıyor.


İktidar - Sanat

İçişleri Bakanı’nın açıklaması ciddiye alınamayacak kadar komik bir açıklama. Talihsiz bile değil. Biraz da bu tarz adamlara ve açıklamalara alıştık sanırım. Üzerine hiç kafa yormadan gülüp geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, Osman Durmuş gibi muhteremlerin Sağlık Bakanı olduğu bir dönemi de yaşadık biz bu memlekette.

Bizim siyaset algımızda veya siyasetçilerimizin algısında sanat denilen mefhumun muhalif ve özellikle bağımsız olması gerektiğine dair hiçbir fikir yer almıyor. Ama, sanat ürününde karşı olmak ve alternatifler önermek neredeyse kaçınılmazdır ve bunun için arka plandan siyasi bir söyleme girişmeye de gerek yoktur çok fazla. Bu algıyı devlet, bazı tipleri kafasına göre “devlet sanatçısı” unvanı vererek ödüllendirmek suretiyle gösteriyor zaten. Devlet sanatçısı; yani resmi ideolojiyle dirsek teması sürekli olan, iktidarla iyi geçinen, bir yanını devlete yaslamış kişi anlamına gelmiyor mu? Devlet sanatçısı bir yandan da devletin ideolojik aygıtına dönüşmüş kişidir. Devletin sanatçısı mı olur?


Şiir Defteri 2012

Hiç yorum yok: