2011...
Geçtiğimiz
yıl, bir önceki yıla kıyasla şiir açısından sanırım biraz daha verimsiz geçti.
En azından benim görebildiğim kadarıyla. 2011’de dişe dokunur bir gelişme de
olmadı Türkçe şiirle alakalı. Yıl boyunca daha çok düzyazı metinler okumaya
gayret ettiğim halde kimi şairlerin kitaplarını okumaya çaba gösterdim. Ahmet
Güntan tarafından yayıma hazırlanan Mustafa Irgat kitabı (Sonu Zor) bence önemliydi. Bunun dışında İzzet Yasar (Başka Akıl Peşinde), Enis Akın (Dağdaki Emirler), Haydar Ergülen (Aşk Şiirleri Antolojisi), Hüseyin Peker
(Benden Sana Yamalı), Abdulkadir
Budak (Mesafe), Tozan Alkan (Sana Şehir Gelecek), Mehmet Davut Özdal
(Mehmet Molla), Tamer Sağır (Kırçıl), Bilal Çiftçi (Horst-Graben), Nilüfer Altunkaya (Sanki Sonsuz), dikkatimi çeken kitaplar
oldu.
Nobel Edebiyat Ödülü
Sezai Karakoç |
Nobel Edebiyat Ödülü’nün Tranströmer’e verilmesinden çok
sanırım bir şaire verilmesi ilgilendiriyor olmalı bizi? Ama hayır, bu ödül eğer
dünyada şiiri daha kalıcı ve bizim açımızdan daha verimli hale getirecekse ben
Batılı şairlere verilmesinden çok Doğulu yazarlara bu ödülün verilmesinden
yanayım. Çünkü Doğu coğrafyasından çıkan bir “yazar” bizim şiir algımız üzerine
de muhakkak bir şey söylemiş olacaktır. Nobel’in şairlere daha seyrek verilmesinin
bir sebebi de Batı’da yazılan şiirin daha dingin ve bizde olduğundan daha az
devingen ve belki de bir miktar ruhsuzluğundan kaynaklanıyor olabilir.
Bizden, Sezai Karakoç’a verilse bu ödül ve Sezai Karakoç da
ödülü reddetse muhteşem olurdu. Ödülün verilme gerekçesi de şu olabilirdi
mesela: “Uzun süredir kendini suskunluğa mahkûm ederek günümüz Türkçe şiirinin
kepazeliklerine bulaşmadığı için”…
Edebiyatın Siyasete
Katkısı
Yazar ve şairlerin bugün siyasetten görece daha uzak oluşu
bence konjonktürle ve dünyadaki ya da Türkiye’deki politikleşmeyle alakalı bir
durum. Bugün hal böyledir, ancak yarın tam tersine dönebilir. Sanırım dönem
dönem –yalnızca şairlerin ve yazarların değil– insanların siyaset algısı
değişiyor; nasıl ki bir zamanlar, şiirde ya da edebi metinlerde siyasi
söylemleri olabildiğince vurgulamak ve onları ön plana çıkarmak olmazsa olmaz
bir durumken, son yıllarda metni salt bir metin olarak ortaya koyma eğilimi
daha revaçta. Ben, siyasetin ya da siyasi aktivizmin bir edebi metin üzerinden
değil de daha çok edebiyatçının yapıp ettikleri ve verdiği demeçleri üzerinden
yürümesi taraftarıyım. İlle de politik bir edebi metin yazılacaksa, bunun kör
gözüne parmağım biçiminde değil, sezdirilerek yapılması daha şık görünüyor
bana. Eğer mesele, edebiyatçıların doğrudan aktif siyasette yer alması/almaması
ise, açıkçası edebiyat görgüsünün siyasete veya siyaset diline ahım şahım bir
etkisi olacağını düşünmüyorum. En fazla siyasetçinin retoriğine bir miktar
katkı yapar, o kadar. Çünkü önce bu görgüyü derleyip toparlamak gerekiyor.
Bugünkü durumda, bizim şairlerimiz zaten ortalıkta birer yarı-tanrı gibi
dolanıp duruyorlar. Ve edebiyatçılar –bilhassa şuara– arasındaki o sürekli
geviş getiren ve saldıran “dil” siyasetçilerin dilinden çok da farklı değil.
Elektronik Mecra
Umberto Eco, Kitaplardan
Kurtulabileceğinizi Sanmayın adlı kitapta aşağı yukarı şöyle bir şey
söylüyordu, mealen: “Bazı mükemmel icatlar vardır; onu bir kez bulduktan sonra
mükemmel hale getirmeye çalışırsınız, ama bulduğunuz icat zaten mükemmel bir
haldedir. Bu yüzden üzerinde en fazla biçimsel birtakım değişiklikler
yapabilirsiniz; örneğin makas öyledir, ilk bulunan makasla bugün kullandığımız
arasında çok az fark vardır. Bence kitap da böyle mükemmel bir icat… Kitabı
daha iyi hale getiremezsiniz; en fazla biçimsel olarak üzerinde
oynayabilirsiniz onun.”
Umberto Eco |
Benim düşüncelerim de Eco’nun söyledikleriyle paralel. Bunu,
kitaba duyduğum o romantik ve nostaljik sevgiden dolayı söylemiyorum.
Elektronik ortamın, internet yayınının kitabın veya özelde şiir ortamının
pabucunu dama atacağını düşünmüyorum. İkisi de ayrı paradigmalar çünkü ve bu
yüzden mecraları, alıcıları, muhatapları farklı. Bugünkü kaotik internet
ortamında hepsi iç içe geçmiş gibi görünüyor ve dijital dünyanın büyüsü içinde
ister istemez bir illüzyon oluşabiliyor. Fakat kısa bir süre sonra, bu karmaşa yatıştığında
taşlar yerli yerine oturacaktır. Kitap da, temas edilen, sayfaları çevrilen,
okuna okuna yıpranan ve cildi dağılan bir nesne olarak hayatımızdaki yerini
yüzlerce yıldır sürdürdüğü gibi sürdürecektir. Bunu, dijital dünyanın
gerçekliğe yaklaşma çabasından da anlayabiliriz: E-book cihazları gün geçtikçe
daha çok kitaba benzetilmeye çalışılıyor; ekran ışığı buna göre ayarlanıyor,
e-mürekkep denen bir teknoloji kullanılıyor.
Yaşanan teknolojik gelişmenin elbette birçok açıdan
faydaları olacaktır; özellikle araştırmacılar, öğrenciler daha kısa sürede daha
çok kitabı tarama imkânı bulacaklardır bu cihazlar sayesinde. Ama bütün
bunların keyif almak için okumaya ket vuracağını sanmıyorum. İnternet
teknolojisinin ve dijital dünyanın gelişmesinin bir diğer faydası da edebiyat
heveslisi insanlara veya yazdıklarını bir şekilde insanlarla paylaşma ihtiyacı
duyan kişilere sağladığı büyük imkân... Artık insanlar şiirlerini ve yazılarını
bir editör tahakkümü olmadan, en basitinden bir blog sitesi kurarak rahatlıkla
yayımlayabilme imkânı kazandılar. Ancak insanların ürünlerini matbu bir
materyalde görmeleri/okumaları halen büyük cazibe yaratıyor.
İktidar - Sanat
İçişleri Bakanı’nın açıklaması ciddiye alınamayacak kadar
komik bir açıklama. Talihsiz bile değil. Biraz da bu tarz adamlara ve
açıklamalara alıştık sanırım. Üzerine hiç kafa yormadan gülüp geçilmesi
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, Osman Durmuş gibi muhteremlerin Sağlık Bakanı
olduğu bir dönemi de yaşadık biz bu memlekette.
Bizim siyaset algımızda veya siyasetçilerimizin algısında
sanat denilen mefhumun muhalif ve özellikle bağımsız olması gerektiğine dair
hiçbir fikir yer almıyor. Ama, sanat ürününde karşı olmak ve alternatifler
önermek neredeyse kaçınılmazdır ve bunun için arka plandan siyasi bir söyleme
girişmeye de gerek yoktur çok fazla. Bu algıyı devlet, bazı tipleri kafasına
göre “devlet sanatçısı” unvanı vererek ödüllendirmek suretiyle gösteriyor
zaten. Devlet sanatçısı; yani resmi ideolojiyle dirsek teması sürekli olan,
iktidarla iyi geçinen, bir yanını devlete yaslamış kişi anlamına gelmiyor mu? Devlet
sanatçısı bir yandan da devletin ideolojik aygıtına dönüşmüş kişidir. Devletin
sanatçısı mı olur?
Şiir Defteri 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder